Rüzgara yazılı...
Adını derin vadilerde yolunu yitirmiş sulara yazdım. Saçlarına kırağı düşmüş dağlara yazdım. Göçmen kuşların konakladığı ovalara yazdım. Adını rüzgara yazdım bir de...
***
O rüzgar getirdi seni bana. Ve seni gördüm. Gençliğimin ilkçağının gözleriyle gördüğüm gibi... O yıllarda da böyle miydi ağzın ve dudakların? Alnının serinliği? Kirpiklerinin karası? Parmak uçlarının
yumuşaklığı? Saçların? Ki her dokunuşumda nice aralar açardı kalbimde... Gözlerin? Ki karanlığında yerini yurdunu yitirirdi bakışlarım... Ve yüreğim nasıl bir heyecanla çarpardı gözlerinin ışığı gözlerime değince... Ben, nasıl çarpardım kendimi çıkmaz sokaklara... Denizlerin tuzuna... Gurbetlerin hüznüne... Hüzünlerin sılasına...
***
Alıp gitmek vardı seni o an görünce... 'Bana bir şiir oku' deyince... Alıp gitmeliydim seni... Bedeni haritadan silinmiş bir park kanepesinde otururduk. Başımı omuzuna dayardım. Kulağının memesi ağzımda erirdi. Sana dünyanın bütün şiirlerini okurdum. Senin şiirini okurdum. Gökyüzünün en karanlık gecesinden en aydınlık yıldızını çalardım senin için... O yıldızı kalbinin üzerine koyardım. O yıldızın aydınlığı ile aydınlanırdı senin geçmişin, benim geleceğim... O yıldızın aydınlığı ile sana yaşanmamış sevdalar biçerdim, bana avuçları buz tutmuş karasevdalar... Sana sevinçler, bana hüzünler...
***
Ah, benim geçmişimin hatırasından hatırıma bir daha gelen sevgilim... Seni kalbimin hangi kuytusunda saklamalıyım şimdi? Seni hangi vadilerin rüzgarına yazmalıyım? Hangi rüzgarların elvedasına? Çık gel haydi, hangi gün olursa olsun. Ben beklemedeyim. Telefonların sessiz tellerine, mektupların harf kataloglarına değil, rüzgarlara yazdım adını... Rüzgarlarla bekliyorum seni...
Refik DURBAŞ
<HR align=left width="25%" SIZE=1>