8.CUMHURBAŞKANI
GÖREV SÜRESi
9 KASIM 1989
17 NİSAN 1993
1927 yılında Malatya'da doğdu. 1950 yılında İstanbul Teknik
Üniversitesi'nden Elektrik Mühendisi olarak mezun oldu. 1952 yılında
A.B.D'ne giderek ekonomi tahsili gördü. Türkiye'ye döndükten sonra
Elektrik İşleri Etüd İdaresi Genel Müdür Yardımcısı oldu ve Türkiye'nin
elektrifikasyonu ile ilgili projelerde çalıştı.
1961-62 yılları arasında askerlik hizmetini Milli Savunma Bakanlığı
Bilimsel Danışma Kurulu üyesi olarak ifa etti ve Devlet Planlama
Teşkilatı'nın kurulmasına katkıda bulundu. Bu sırada, Ortadoğu Teknik
Üniversitesi'nde ders de verdi.
Bir süre Başbakanlık Teknik Uzmanlar Kurulu Üyesi olarak çalıştı ve
1967-71 yılları arasında da Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı
görevini yürüttü. Ekonomik Koordinasyon Kurulu, Para ve Kredi Kurulu,
RCD Koordinasyon Kurulu ve AET Koordinasyon Kurulu başkanlıklarında
bulundu.
1971-1973 tarihleri arasında Dünya Bankası'nda danışman olarak çalıştı.
Türkiye'ye döndükten sonra çeşitli sınai kuruluşlarda çalıştı ve 1979
yılı sonlarına doğru Başbakanlık Müsteşarı olarak atandı. Aynı dönemde
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini de vekaleten yürüttü.
12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra kurulan hükûmete ekonomik işlerden
sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak atandı. 1982 yılında bu görevinden
istifa etti. 1983 yılında Anavatan Partisi'ni kurdu ve aynı yıl yapılan
genel seçimlerde partisinin başarılı olması üzerine hükûmeti kurmakla
görevlendirildi ve böylece Türkiye'nin 19. Başbakanı oldu. 1987 yılında
yapılan seçimler sonrasında tekrar hükûmet kurdu ve başbakan olarak
görev yaptı.
31 Ekim 1989'da TBMM tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin 8.
Cumhurbaşkanı olarak seçildi ve 9 Kasım 1989 tarihinde bu görevine
başladı.
17 Nisan 1993 tarihinde geçirdiği bir rahatsızlık sebebiyle görevi sırasında vefat etti.
HAKKINDA YAZILANLAR
Turgut Özal
1983-1993
Fatih Emin
Risale Yayınları
Özal Hikayesi
Hasan Cemal
Doğan Yayıcılık
�Kimdir Turgut Özal? İnsan olarak, siyaset adamı olarak... Kişiliği
nasıl oluşmuştur? Ya beslendiği kültürel ortam? Bu dünyaya ve öbür
dünyaya bakışı... Kendisinde, ailesinde, partisinde yaşayageldiği
Doğu-Batı ikilemi nedir? Vefalı bir insan mı? Kindar mı? İnatçı mı?
Politikadaki güvenilirliği ve inandırıcılığı... Özal ve ABD... Özal ve
asker... Özal ve hanedan... Ekonomide ve demokraside modeli... 12
Eylül'ün siyasal ortamında geçerli "haksız rekabet"le 1983'te iktidara
tırmanışı... 1989'daki inişi... Bu süreci çok yakından izledi Hasan
Cemal. Altı yılda yükseliş ve düşüş: tarihsel süreç içinde, ancak bir
an sayılabilir bu. Hasan Cemal bu anı fotoğrafladı ve ortaya Özal
Hikayesi çıktı. Özgün bir yapıttır Özal Hikayesi; eksiğiyle fazlasıyla
Özal'ın kendisidir. Çekilen fotoğraf, tarihi yakalamaya dönük bir çaba
sayılabilir. Tarihi yaşarken yakalamak... Evet, belki de olanaksız. Ama
bir gazeteci vazgeçemez bundan. Akıp giden zamanın gelecekteki öyküsünü
bugünden ele geçirmeye çalışır. Çünkü her şeyden önce çağının tanığı
olmak ister. Onun için sürekli kıpır kıpırdır gazeteci. Suyun yüzüne
vuranla yetinmez. Sahnenin arkasındakini sergilemeye çalışır çoğu kez.
Turgut Özal da sahnede yıllarca kaldı... İşte böyle bir çabanın
ürünüdür Özal Hikayesi...�
Özal'ın Misyonu
Meşhurların Hatıraları ve Değerlendirmeleriyle
Osman Özsoy
Türdav Yayınları
�Siyasetçilerimiz Özal'ın vizyonuna sahip olma yarışında. Partilerimiz,
Özal'ın misyonunu en iyi biz temsil ediyoruz iddiasında. Vefatının
üzerinden yıllar geçmesine rağmen, sağlığında olduğu kadar ölümünden
sonra da ülke gündemini meşgul eden isimlerin başında geliyor Turgut
Özal. ... Ve Özal tartışılıyor. Yaşadığı dönemde vizyonu, ölümünden
sonra misyonu tartışılan Turgut Özal"ı anlatan kapsamlı bir eserle
karşı karşıyasınız. Eserin, Özal'ın vizyonuna sahip olmak isteyenlerle,
misyonunu temsil etmek isteyenlere faydalı olacağı kanaatindeyiz. Şimdi
söz, okuyucunun...�
Turgut Özal'ın Anıları
Mehmet Barlas
Birey Yayıncılık / Yakın Tarih - Anı Dizisi
Elinizdeki kitapta, ülkemizin en yetkin gazetecilerinden Mehmet
Barlas'ın Cumhuriyet döneminin en çok tartışılan, en vizyoner
liderlerinden rahmetli Turgut Özal'la hayatının son yıllarında
gerçekleştirdiği röportajlar yer alıyor. Kitapta Özal, ülkemizin dünü,
bugünü ve geleceğine ilişkin hala geçerliliğini ve önemini koruyan
görüşler dile getiriyor. Yayınevimiz,
ülkemizin ve dünyanın devasa sorunlarla, açmazlarla ve belirsizliklerle
karşı karşıya kaldığı bir zaman diliminde Özal'ın Anıları'nı
yayımlayarak siyaset ve ekonomi dünyamıza anlamlı bir katkıda
bulunuyor. Barlas'ın kitabı, yabancı kaynaklarda Özal hakkında en fazla
referans olarak başvurulan kitaplardan biri.
Özal'lı Yıllar
1983-1987
Yavuz Donat
Bilgi Yayınevi / Yavuz Donat'ın Vitrininden Dizisi
"Özal'lı Yıllar", Yavuz Donat'ın Vitrin'inden dizisinin son kitabı.
Donat, "Sandıktan İhtilale", "Buyruklu Demokrasi" ve "Özal'lı Yıllar"
adlı bu üç kitapla, 1977'den, 1987 Eylülü başına değin ülkemizin
siyasal görüntüsünü , yine 1987 notlarıyla renklendirerek çiziyor.
-Rauf Tamer (Tercüman, 5.4. 1987)-
24 Ocak Yargılanıyor (İcraatın Dışından)
24 Ocağın Ekonomi Politiği
Faik Y.Başbuğ
Tekin Yayınevi
İşte "24 Ocak" pastasından acı bir ziyafet. Ortadirek adlandırmalı
müşteriler çokluğunda, tadsız düşündürücü ve sanki hep ağıt dolu... Bu
yönlü ağırlıklarıyla, yazılanlar, izleyicileri çok ilginç bir senaryo
kurgusunda, zengin Başbakan masalarından yoksullara bakımyurdu'na,
piyango milyarderliği umudundan fahişeliğin ekonomik diyalektiğine
taşıyacak içerikte. Konular, uzun bir dönemi içeren anı-günlük
yaklaşımıyla izlenmeye çalışılmıştır. Bunun için de, özellikle
"ihtilalin" ya da yerleşik deyimiyle
"Kurtuluş Harekatının" bereketlendirdiği topraklarda, 24 Ocak ve
mimarlarının icraatı yansız bir şekilde ele alınmış ve bu açıdan sistem
bütünlüğü, kendi mantığı içinde özenle korunmak istenmiştir.
YORUM
Davut Bey ve Turgut Bey
Hilmi Yavuz
Zaman 27 Nisan 2001
Batılılaşma ya da Modernleşme girişimleri, Osmanlı entelektüellerini,
Aydınlanma sonrasında Avrupa siyasal düşüncesiyle ilişki kurmaya
götürmüştür; ama buna benzer bir ilişki Avrupa iktisat düşüncesiyle
kurulamamıştır.
Geçen haftaki yazımda da belirtmiştim: Prof. Ahmet Güner Sayar,
bırakınız Yeni Osmanlılar'ı Jön Türkler'in bile 'ne teorik iktisattan
anladıklarını, ne de bizatihi iktisadi süreci anlayabildiklerini' öne
sürmenin mümkün olmadığını bildirir; Adam Smith ve Ricardo'nun iktisadi
fikirlerinin 'Yeni Osmanlıların teorik esaslarına kaynaklık ettiğini'
öne süren Bernard Lewis'in bu iddiasının bir 'fanteziden öteye
geçmediğini vurgular.
Namık Kemal'in, Montesquieu ve J.J. Rousseau'nun siyasal teorilerinden
etkilendiğini biliyoruz elbet; �bizzat Namık Kemal'in yazıları bu
etkilenmeye tanıklık ediyor çünkü! Gelgelelim, Adam Smith ve
Ricardo'nun iktisat teorilerinin Yeni Osmanlılar'ın iktisadi
görüşlerine kaynaklık ettiği iddiasının dayanağı nedir? Ve bu iddia,
niçin 'bir fanteziden öteye' geçememektedir?
Prof. Dr. Şerif Mardin, 'Türkiye'de İktisadi Düşüncenin Gelişmesi' adlı
kapsamlı makalesinde, 1838'de İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında
imzalanan Baltalimanı anlaşmasının 'bütün hazırlık safhalarında
ehemmiyetli bir rol' oynayan İngiliz Sefareti Başkatibi David
Urquhart'tan söz ediyor. Prof. Mardin'in deyişiyle, 'Adam Smith'ten
daha Adam Smith'çi' olan Urquhart, 'Adam Smith'in kaldırılmasını
tavsiye ettiği devlet müdahalelerinden Türkiye'de hiçbirinin
bulunmadığına ve binaenaleyh Türkiye'nin serbest ticaret için ideal bir
ülke olduğuna' inanmaktaydı. Urquhart, bu düşüncelerini 1833'te
yayımladığı 'Turkey and Its Ressources' adlı kitabında açıklamıştır. O
yıllarda, yine İngiliz sefaretinde katip olarak görev yapan (Sir) Henry
Layard'ın Autobiography and Letters'te yazdıklarına bakılırsa, Ahmet
Vefik Efendi (Paşa) ile, 'Adam Smith ve Ricardo'nun eserlerindeki
politik ekonomi konuları üzerinde' tartıştıkları anlaşılıyor.
Urquhart üzerine kuşatıcı bir çalışma yapmış olan Prof. Taner Timur da,
'Osmanlı Çalışmaları'nda, onun İngiliz politikasında 'Rus
tarafdarları'na karşı, 'Osmanlı tarafdarları'nı temsil ettiğini
yazmıştır. Urquhart'a göre 'Osmanlı düzeni en geniş ölçüde özgür
ticarete ve özgür sanayie dayanmakta, bu durum da yerel idarenin son
derece özerk ve gelişmiş olmasına yol açmaktadır. Türkler, 'çürümüş
Bizans aristokrasisinin', 'kalabalık ve zalim ruhban sınıfının', 'hor
görülmeye layık hükümetinin haksız kanunlarının' ve özellikle de
tekelleri işle 'mali idaresinin ve tahsildarlar ordusunun' tam
anlamıyla ezdiği halka rahat bir nefes aldırmışlardır. Timur'un
belirttiğine göre David Urquhart (Osmanlıların verdikleri adla, 'Davut
Bey'!), Osmanlı Devleti'nde yerel idarelerin özerkliğinin, 'kökeni
İslam hukukuna dayanan vergi sistemi sayesinde' gerçekleştiğini
düşünmektedir: 'Gerçekten de Türkler dolaylı vergileri toptan
reddederek ve mali sistemleri basit ve dolaysız bir vergi sistemine
dayandırarak, ticaretin ve sanayinin son derece gelişmesine elverişli
bir zemin hazırlamışlardır. Doğrudan vergiler, yerel idareleri
geliştirmiş ve bu durum Müslüman olmayan reayanın da kendi kurumlarını
korumalarına ve hatta, Avrupa'da sanılanın aksine, geliştirmelerine yol
açmıştır.' Urquhart, Osmanlı sistemi analiz edilirken iki tip
'merkeziyetçilik'in birbirine karıştırılmaması gerektiğini
hatırlatarak, Osmanlı'da siyasal merkeziyetçilikten söz
edilebileceğini, ama idari merkeziyetçiliğin bulunmadığı görüşündedir.
(Şerif Mardin, Urquhart'ın özellikle Rumeli'deki vergi sistemini
yakından incelediğini ve bu vergilerin 'beledi teşekküller olan ayanlar
tarafından tayini ve toplanması'nın Urquhart'ı çok etkilediğini
bildirmektedir.) Kısaca Urquhart, Osmanlı iktisadi yapısının liberal
bir iktisat konsepti bağlamında örgütlendiğini, devlet müdahalesinin
(zannedilenin aksine) asgari düzeyde olduğu kanısındadır. Taner Timur
da, Osmanlı toplumunda yerel yönetimlerin özerk konumuna yaptığı vurgu
dolayısıyla Urquhart'ın fikirlerinin günümüzde moda olan 'Osmanlı'da
sivil toplum yok!' iddialarına uzak düştüğünü söylüyor. Osmanlı 'sivil
toplum'unu, Urquhart'ın 'Türk ilkeleri' adını verdiği ilkelere
dayandırabiliriz: Pazar ve ticaret özgürlüğü, sultanın keyfî vergi
koyamaması, yerel geleneklere saygı, dini kurumların özerkliğini
koruma, gayrimüslimlerin inanç özgürlüklerinin teminat altında
bulunması... Bu durum, Prof. Timur'un haklı olarak belirttiği gibi,
Osmanlı'nın 'modernist' potansiyelini gösterir.
Urquhart'ın 'Yeni Osmanlılar'la olan ilişkisi, özellikle 'sarıklı
ihtilalci' Ali Suavi'de görülür. Hüseyin Çelik, 'Ali Suavi ve
Dönemi'nde, 'Suavi, Urquhart'ta adeta kendisini bulmuştur' der. 'Çünkü
o, Urquhart'ın söylediklerini, küçük nüanslar dışında bir ömür boyu
söylemiş adam'dır. Çelik şunları yazıyor: 'Suavi de Urquhart gibi,
İslam'ın Hıristiyanlık'tan farklı olarak, bütün çağların ihtiyacına en
modern şekilde cevap verecek bir din olduğuna inanıyordu.' Nitekim
Urquhart'ın Sultan Abdülaziz'e gönderdiği bir mektupta, Osmanlıların
'ancak ve ancak, geçmişte olduğu gibi Kur'an�ı Kerim'in hükümlerine tam
uyarak yaşayabileceğini' bildirdiği de biliniyor.
David Urquhart ya da Davut Bey, Adam Smith'ten daha adam Smith'çi
olduğu kadar, Osmanlı'dan daha Osmanlıcı olarak yadırganmış, hatta
bizzat İngiliz hükümeti ve elbette Dışişleri Bakanı Lord Palmerston
tarafından dışlanmıştır. Urquhart, İngiltere'nin Osmanlı ile olan
ticari ilişkilerini geliştirmesi için çalışıyordu; �Lord Palmerston
ise, Rusya ile! Ama maalesef, Ali Suavi dışında Yeni Osmanlılar'ın
Davut Bey'i ciddiye aldıklarına dair bir tanıklık yoktur. İngilizler de
ciddiye almamışlardır Urquhart'ı... Kimilerine göre 'acayip',
'egzantrik' ve 'megolaman'dır, kimilerine göreyse 'yarı deli!' Prof.
Mardin bile, 'Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu'nda Urquhart'ın hissi
egzotizmi'nden söz etmekten kendini alamamıştır. Dolayısıyla, Adam
Smith ve Ricardo'nun görüşlerinin Urquhart gibi 'acayip' biri
aracılığıyla dolaşıma sokulmasının Osmanlı entelijansiyası tarafından
'fantezi' olarak kabul edilmesine şaşmamak gerekir...
Davut Bey'in Osmanlı toplumunun modernist potansiyeline ilişkin
değerlendirmelerinin Yeni Osmanlılar'ın ya da Jön Türkler'in fikirleri
üzerinde etkin olmayışını anlamak mümkün de, bu düşüncelerin belli
ölçekte değerlendirilebilmeleri için Turgut Bey'in iktidara gelmesini
beklemek? İşte bunu anlamak mümkün değil! Hem siyasi hem de iktisadi
anlamda gerçek 'Modernleşme' ya da 'Batılılaşma', bütün sancıları,
problemleri ve elbette hatalarıyla, Osmanlı'nın modernist
potansiyelinin farkında olan Turgut Bey'le başlamıştır çünkü...