Seni Terk Ettiğim Günden Beri Fazla Geldim Ben Kendime Sevgili…
Fazla geldim kendime sevgili…Sana fazla gelmek olsaydı mesele, kabuk bağlayan yarayı koparıp tekrar kanatmazdım. Ya da fazla gelen sen olsaydın bana ayaklarımda kırılgan bağcıkların düğümleriyle adımlar atmazdım. Ama en zor yol ayrımında, en kontrolsüz noktadaydım. Fazla geldiğim beden, sığmadığım ruh kendimdim…
Git de demedin kal da…Sadece kabullendin. Git desen kolay olurdu yarasa kanatlarıyla uçan ayrılık kuşunun ardına takılmak; kal desen kolay olurdu düşlerin uçuşan salıncaklarında sallanırken bir yere sabitlenip kalmak…Ama sen ne git dedin ne kal…Gidişimin de kalışımın da tüm sorumluluğunu çırılçıplak bir öfkeyle yapıştırdın yüzüme. Aynaya bakamadım seni terk ettiğimden beri. Gözyaşlarımın biri gittiğim için öperken dudaklarımı, diğer gözümden akan yaş kutladı gücümün yarına yansıyışını. Sen eksilmedin ki benim gidişimde, bendeki ben eksildi acımasız bir silinişle. Sen sıyrılıp kaçtın bu kabusun en lekesiz yerine…Çünkü git de demedin kal da sevgili. İşte bu yüzden ne gidebildim bu aşktan, ne kalabildim aşkta…
Beni sende bırakıp kaçıp gittiğimden beri hiçbir şey dolduramadı içimdeki kocaman boşluğu. Senden alabilmeyi umduğum senden medet ummuştum ama kal demeyen bir sevgiliyi ne kadar içime alabilirdim. O geceden sonra asla ekleyemedim geleceğime geçmişimi. Boş boş baktım dudaklara. Sesler dolaşıp duruyordu havada ama benim sözlüğüme çok uzak bir boşlukta. Çelişkilerin oynaştığı bir ruh yabancılaşıyor tüm duyulara. Kapanıyor kapılar tüm dudaklara, tüm bakışlara. Kendini kaybeden bir insan yeniden bedenlenmeye çalışıyor bir aşkta. Ama aşk öyle uzak ki kayıp ruhlara…
Gitmek üzerine dilimde yuvalanan her hecede sen vardın. Sevişlerin, öpüşlerin, gidişlerim birbirine dolanmış bir bilmece. Çelişkilerle kıvrandım. Sen bir heykelin taş bedeniyle buz gibi dikilirken karşımda, ben bu aşkı mumyalamaya başlamıştım. İçini boşaltmak gerekliydi önce ancak iki bedenle bedenlenebilen bu kutsal varlığın. Gözlerinde gördüğüm umursamazlık, sesinde saklı soğuklukla harmanlandı düştüğüm düşlerin evsahipliğinde. Kal dersen hayata döndürebileceğin ağır yaralı, kanamalı bir aşkı çağırmadın geriye.Ona ilaç verecek eller senindi, onu ısıtacak sıcaklık senin bedenindeydi. Sessizliğin keskin bir bıçakla hançerledi, ölümün kucağına sürükledi. Sonsuzluk rüyasıyla onu sarıp sarmalamak benim işimdi. Git de kal da diyemeyen biri bir aşkı ne kadar hak edebilirdi ki! Bir mumyanın yapay yüzünde sakladım hıçkırıklarımı…
Suçlayan kelimelerin ok gibi saplanıyordu savunmasız sevgime. Yağmur gibi yağıyordu öfken üzerime. Niye hiç sormadın nedenlerimi sevgili? Senin dilinde keşkeler, senin dilinde yoksalar, senin dilinde eğerler. Benim de çünkülerim vardı sevgilim. Öyle çok çünkü ile örülmüştüm ki minik bir delik açamadım harflerimin arasına. Alev gibi bir nefret şekillenirken ağzında hiç bakmadın bile öpüşlerinle canlandırdığın dudaklarıma. Oysa benim de kelimelerim vardı sevgili. Küme küme bulutlar gibi yağmura gebe kalırken hayallerimin en mavi yerinde dilinde sadece tek bir kelime olmalıydı Git ya da Kal diye…Kal demediğin, kal diyemediğin için bir ucu sen de bir ucu ben de saplı bir bıçak başrolü kaptı hem senden hem benden bu sevgide.
Senin yüzünden fazla geldim ben kendime. Kendime sığmayan kederim, kendime sığmayan sevgimle baş başa kaldım dar gelen hacimlerde. Taşıyamıyorum sevgili ne seni, ne kendimi ne sevgimi bu bedende. Hakkın yoktu beni benden etmeye. Seni terk ettiğim günden beri fazla geldim ben kendime…
Alıntı