Sen “Levlake Levlake” Hadis-i Kutsi'si ile övülen, kainatın yaratılış sebebi Efendim. Sen “Allah'ın Habibi” Sen “Alemlere Rahmet olarak” gönderilen Peygamberim.
Adem a.s Cennetten çıkarıldıktan sonra senin adınla Allaha tevessül etmişti de Allah-u Teala onu tevbesini kabul etmişti.
Sen Musa a.s. ın “Keşke ümmetinden olabilseydim” dediği elçi. Musa a.s. ki ona “…Şimdi nalinlerini çıkar. Muhakkak ki Sen muberek Tuva vadisindesin” denmişken, Sen miraca çıktığında “Ey Muhammed… Nalinlerini çıkarma. Arş ayağının tozuyla şereflenmek istiyor” hitabına mahzar olmuştun.
Sen İbrahim a.s. ın “Rabbimiz. Onlara senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir Peygamber gönder” duasının tezahürü Şah-ı Rasul.
Sen İsa a.s. ın geleceğini müjdelediği ve İncilde “Ahmed “ olarak adlandırılan övülmüş nebi.
Senden önce küfür ve zulüm, gönülleri karartmış, Allah'a giden yoldan uzaklaştırmıştı. Hayır ve fazilet namına hiçbir şey kalmamıştı. Sosyal hayat bozulmuş, ahlâk bağları tamamen çözülmüştü. Hak, kuvvete boyun eğmiş, merhamet ve şefkat kalplerden silinmişti. Kadın esir muamelesi görmüş, bir eşya gibi alınıp satılmıştı. Kız çocukları acımasızca diri diri toprağa gömülmüştü. Bu ortamda sen, öyle bir şefkat deryasıydın ki saçını okşadığın çocukların başlarından mubarek elinin kokusu günlerce gitmezdi.
Sen “en güzel örnek”, Sen “güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen” güzellikler zirvesi…
Senin ümmetin olma şerefiyle bizleri şereflendiren Rabb'imize şükürler olsun... Ruhları şekillendiren bir nakkaş kalemiydi aşkın. Ve o aşkla Adını, yüreğimize nakşettik. Çocuklarımızın yüreğinin en güzel yerinde de Sen varsın elhamdulillah..
Ama senin o şerefli adını muhtaç gönüllere yerleştirememenin utancındayız. Senin kutlu tebliğinin ulaşmadığı bir kul kalmayıncaya kadar gayret etmek gerektiğini unuttuk.
Sana reva görülen onca işkenceyi bilip dururken, senin dinini yaymak, “çok düşkün olduğun ümmetini” ateşten kurtarmak için hiçbir eza ve cefaya, rahat ve huzurumuzdan fedakarlığa katlanamadık… Katlanmayı göze bile alamadık.
Mubarek Kabrinden uzatarak öptürdüğün elinle şeref bulan Ahmed er-Rufai olmaktansa geçici hevesler ve dünya nimetleri hatırına el-etek öpme zilletine katlandık.
Bütün şereflerin senden kaynaklandığını idrak edemeyip geçici makam ve mevkilere heves ettik hep. Balıkların iğnesini getirmek için yarıştığı İbrahim Ethem olmaktansa rahat döşekler içerisinde Allah'ı aramayı tercih ettik.
Bir Talha, bir Ka’b kızı Nesibe olamadık... Sana atılan oklara siper yapamadık kendimizi. Bir Veysel Karani olamadık. Sana reva görülen eziyetleri ruhumuzda hissedip dişlerimizi kıramadık. “Anam, babam, canım sana feda olsun ya Rasulullah” cümlesi, dilimizden daha öteye, kalplerimize yerleşemedi hiç.
Abdullâh bin Zeyd gibi Sen'in vefatın üzerine: "İlâhî! Artık benim gözlerimi âmâ kıl! Ben her şeyden çok sevdiğim Peygamberimden sonra artık dünyâda bir şey görmeyeyim!.." diye dua edebilseydik ve oracıkta gözlerimiz âmâ olsaydıda keşke kalplerimiz böylesine körleşmeseydi.
Babası Müslüman olduğunda Hz. Ebubekir ağlamıştıda ona “Neden ağlıyorsun.. sevinmen gerekmezmi” dediğinizde, “benim babam Müslüman olacağına keşke sizin amcanız EbuTalip Müslüman olsaydı da benim yerime sevinen siz olsaydınız ya Rasulullah” demişti. Sizin memnuniyetinizi her şeyin üstünde tutan bir Ebu Bekir sadakatından ne kadar uzağız…
Hani birgün Sen Kâbede namaz kılarken, Ukbe bin Ebi Muayt kafiri üzerine deve işkembesi atmıştıda sonra o işkembenin bağırsaklarını boynuna dolayıp nefesin kesilinceye kadar sıkmıştı. “Mağaradaki iki kişiden ikincisi” ve “Halife-i Rasulullah”olan Hz. Ebubekir çekip almıştı Sen'i onun elinden. Şimdi Sana yapılan saldırılara karşı bir Hz.Ebubekir tavrı gösterememenin acısındayız ya Rasulullah.
Müşrikler tarafından esir alındıktan sonra “Şimdi senin yerine Peygamberinin olmasını, onun öldürülmesini, sen de evinde rahat oturmayı ister misin? Sorusuna “Muhammed a.s. ın , değil benim yerimde olmasına, Medine'de yürürken ayağına bir diken bile batmasına aslâ razı olmam! “ diyerek canını vermeye razı olan ve “Ya Rabbi, selamımı Resulüne ulaştır” diye sana selam yollayan Zeyd bin Desinne’nin selamını aldığın gibi bizim gönderdiğimiz salat ve selamlarıda kabul buyururmusun ya Rasulullah.
Hani kendisine yaslanıpta hutbe irad ettiğin hurma kütüğü vardı. Sonra minber yapılıpta hutbeleri orda vermeye başladığında hasretinden bir çocuk gibi ağlamıştı da sen minberden inip onu teselli edince susmuştu. Yokluğunun hasretiyle dağlanan yüreğimizin feryatlarını duyup bizi kim teselli edecek ya RasulAllah .
Herşeyini terk ederek iki parça kilime sarınıp sana gelen ve seninde “zülbecadeyn-iki parçalı” diye lakap taktığın Abdullah (r.a.) vefat ettiğinde onu kendi ellerinle kabre indirmiş ve “Yarabbi… Abdullah beni memnun etti, sende onu memnun et” diye dua etmiştin. Bizden memnun olman için canımızı ve malımızı Allah yolunda sarfetmek gerektiğinin farkında olamayışımızın utancındayız ey Şefaat Pınarı.
Sana hasret duyamamanın acısı, yıllarca Sevr Mağarası'nda mubarek cemalini görmek hasretiyle bekleyen yılanın zehirinden daha beter acı veriyor.
Gaflet, Yahudiler tarafından yemeğine katılan zehirden daha öldürücü.
Dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu unuttuk.
Bütün bunlara ve bunca günahımıza rağmen Allah'ın Rahmeti'nden ümidimizi kesmedik yinede. Bir Rahmet yağmuru olarak gönüllerimize serptiğin, 'Benim şefaatım, ümmetimden günah-ı kebair işleyenleredir.' Ve “Kişi sevdiğiyle beraberdir” müjdelerine tutunduk hep umutla. Çünkü Seni seviyoruz ya Rasulullah.
“Kıtmir, Ashab-ı Kehf'in köpeği olduğu için cennete gidecek, bende Senin Ashabının köpeğiyim ya Rasulullah” diyen bir Molla Cami gibi ashabına olan muhabbetimizin bizi mahrum bırakmayacağına olan inancımız tamdır.
Hani 54 defa hacca giden İmam-ı Azam Rh.A. ilk 39 haccında edeb ve hayasından huzuruna çıkamamıştıda 40. seferde “Gel artık” diye zahiren çağırmıştın ya…
İşte o edeb ve hayadan mahrum olmanın hasretiyle mahcubuz ama yinede “Gel” hitabını duymaktan umudumuzu kesmedik.
Sana layık ümmet olamamanın ezikliğini yaşasakta mahşer gününde bize sahip çıkacağını, mizanın, sıratın ve kevserin başında bizi beklediğini biliyoruz.