Kur'an-ı
Kerîm'in yirmi ikinci suresi. Yetmişsekiz ayet, binikiyüzdoksanbir
kelime, beş binikiyüzbeş harften meydana gelir. Fâsılası hemze, cim,
dal, ra, ze, zı, kaf, lam ve nun harfleridir. İçerisinde hacdan ve onun
bazı hükümlerinden sözedildiği için "hacc" suresi adını almıştır.
Ayetlerinin bir kısmı Mekkî, diğer bir kısmı da Medenîdir. Surede
kıyamet'in dehşeti; insanın ilk yaratılışında ve tabiatın her yıl
canlanışında olduğu gibi ölülerin de tekrar diriltileceği; tek Allah'a
inanmak gerektiği; inkârcıların ise azaba uğrayacakları bildirilmekte;
ayrıca, haccın hükümlerinden, Kâbe'den, Allah'ın verdiği rızıklardan,
inkârcı toplumların acı akıbetlerinden, cihada izin verilmesinden,
Allah yolunda gidenlerin mükafatlarından, Allah'ın yüce kudretinden ve
insanın acizliğinden bahsedilmektedir.
Surenin başlarında, kıyametten şüphede olanlar o anın dehşeti ile
uyarıldıktan sonra insanın ilk yaratılışı ve günü birlik tabiat
olayları örnek verilerek öldükten sonra, yeniden dirilmenin Allah'a
göre kolay olacağı haber veriliyor. Surenin başından yirmidördüncü
ayete kadar; Allah'ın yoluna engel olanlar, İslam'dan dünyevî yararlar
gördüğü sürece inanan, ama musibetler karşısında küfre dönenler,
Allah'ın dünya ve ahirette inananlara yardım edeceğinden şüphede
olanlar, gerçekten iman edenler, hristiyanlar, yahudiler, sabiiler,
mecusiler ve şirk koşanların hakettikleri yere yerleştirileceği haber
verilerek kıyametin hak olduğu hatırlatılıyor." "...İnkar edenler için
ateşten elbise biçildi. Baçlarının üzerine de kaynar sular dökülür
onların. Bununla sadece derileri değil, karınlarının içi de eritilir.
Onlar için demirden kamçılar da vardır. Ne zaman ızdıraptan oradan
çıkmak isteseler "Yangın azabını tadın' (diye azarlanarak) oraya geri
çevrilirler İman edip iyi iş yapanları ise Allah, altlarından ırmaklar
akan cennetlere sokar..." (19-23)
İkinci bölümü oluşturan otuzyedinci ayete kadar ki bölüm hac ve bir
kısım kurallarıyla ilgilidir. Hz. ibrahim'in temellerini attığı Kâbe ve
Mescidi Haram'ı şirkten temizlemekle görevlendirildiği haberi
verildikten sonra hacc emrini yerine getiren müslümanlar, yoksulu
doyurma konusunda uyarılır: Ayete göre onlar, namazı kılarlar ve
kendilerine verilen rızıktan harcarlar. Allah adı anıldığı zaman ise
kalpleri titrer. Ardından bir uyarı gelir: Kestiğiniz kurbanların "Ne
etleri ne de kanları Allah'a ulaşmaz, fakat sizin takvanız O'na
ulaşır..." (37).
Rabbimiz Allah'tır dedikleri' için yurtlarından çıkarılanlara savaşma
izninin verildiği otuz dokuz, kırk ve kırkbirinci ayetlerde, savaş
izninden sonra yeryüzünde iktidarı ele aldıkları takdirde müminlerden
namazı kılmaları, zekatı vermeleri, iyiliği emredip kötülükten
vazgeçirmeleri emrediliyor. Hemen ardından da daha önceki kavimlerin
kıssaları haber verilerek onlar gibi olmamaları konusunda
uyarılıyorlar: Medyen halkı, Âd ve Semud kavimleri, Lut ve Nuh Kavmi
gibi, "Zulümde devam edip dururlarken kendisine mühlet verdiğim nice
memleket vardır ki ben onları nihayet yakalayıverdim. Dönüş ancak
banadır" (48).
Kırk dokuzuncu ayette hitap Hz. Peygamber'e döndürülüyor ve bundan
sonra karşısındaki müşriklerle yaptığı mücadelede ona yön veriliyor,
yöntem öğretiliyor. Aynı zamanda kâfirlere ve müminlere de arada bir
hitap eden ayetler; cennet cehennem, kıyâmet ve azabla korkutup,
gözlerinin önünde sürekli cereyan eden tabiat olaylarından ibret
almaları konusunda uyarılıyorlar: "Görmedin mi Allah gökten su
indiriyor da yeryüzü onunla yeşeriyor"(63); "Görmedin mi Allah
yerdekileri ve emriyle denizde akıp giden gemileri sizin buyruğunuza
verdi, o, yeryüzünde kendi emri olmaksızın düşmesin diye göğü tutuyor"
(65); "Sizin Allah'ı bırakıp da taptıklarınızın hepsi biraraya toplansa
bir sinek dahi yaratamazlar. Hatta sinek onlardan birşey kapsa bunu
ondan kurtaramazlar hile" (73).
Bütün bunlardan sonra müminlere dönen hitap onlardan, Rablerine
gerçekten ibadet etmeyi, bunu yaparken kendilerine engel olmak isteyen
Allah düşmanlarıyla cihad etmeyi, insanların üzerine şahitler olmayı,
namazı kılmayı, zekâtı vermeyi emrediyor ve güven veriyor: "Allah'a
sarılın. Çünkü o sizin mevlânızdır (yardımcınızdır), o ne güzel mevlâ,
ne güzel yardımcıdır" (78).