FRM34
|
|
| sporcular | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Merve Prenses
Mesaj Sayısı : 3312 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 21/09/07
Özellikler Rep: (1907/1907)
| Konu: sporcular C.tesi Kas. 10, 2007 12:21 am | |
| Aziz Valentin!!!
Bugün 14 Şubat, Batı aleminin “Aziz Valentin Günü” (St. Valentine’s Day). Bugün Türkiye’de de coşku ile kutlanıyor.
Tarihin derinlerinden bugüne intikal eden bu özel günü bizler, “Sevgililer Günü” adıyla kutluyoruz. Eksik olan, bu özel günün anlamı ve sebebi hakkındaki bilgimiz.
Her gelenek bir dinin eseridir. Öyleyse “hangi tanrı ve hangi din?” diye sormamız gerekir.
Birbirinden farklı efsaneler var; en meşhuru: Roma’da zalim bir imparator olan II. Claudius tahttadır. Bir gün bir ferman yayınlar ve askerlerin evlenmesini yasaklar. Sebep, bekar askerlerin evlilere göre daha iyi savaştıklarına inanmasıdır. Valentine isimli iyi kalpli bir rahip bu yasağı dinlemez. Gizlice askerlerin nikahını kıymaya devam eder. Claudius durumu öğrenince, papaz 14 Şubat 269’da yakılarak idam edilir. Genç sevgililere karşı yüreği şefkatle dolu bu rahibin ölüm günü, bütün çiftlere adanır.
İkinci efsane, bugüne dair oluşmuş bir âdete ışık tutuyor. Yine antik çağlarda Valentine hapiste gardiyanın kızına âşık oluyor. İdam edileceği gün, kızcağıza kısa bir ilan-ı aşk notu yazar ve altına şu imzayı atar: “Senin Valentine’inden”. Bu ibare daha sonra bütün âşıkların sevgiliye arzlarının altına koydukları imzanın kalıbı olur ve “Valentin selamı” olarak yerleşir.
Aslında gerçek, bu efsanelerden çok farklı. Eski bir pagan geleneği, Kilise tarafından Hıristiyanlaştırılmaktadır. Eski Roma’da “Lupercalia” adında bir festival var. Şubat ayının tam ortasına tesadüf ediyor. Pagan inancına göre 14 Şubat, tabiatın tekrar uyanmasının, yani Bahar’ın başlangıcı kabul ediliyor. Bu kabulün arkasında da kuşların aşk mevsiminin başlangıcı var. Rumî takvimi Miladî takvim ile eşlersek, bizim mart kedileri de bu aya tekabül ediyor. Bu festival, Romalı tabiat tanrısı Faunus’a ithaf ediliyor. Romanın kurucuları olan Romus ve Romulus’a bir dişi kurdun annelik yaptığı efsanesinin geçtiği kutsal mağara önünde keçiler ve köpekler kurban ediliyor. Keçi canlanmayı, köpek de üretkenliği temsil ediyor. Aynı festivalde, Romalı genç kızlar ve delikanlılar bir araya geliyor. Normal hayatta birbirinden uzak yaşayan gençler, bu festival günü yan yana gelebiliyor. Her genç kızın adı bir kağıt parçasına yazılıyor ve çömleğe atılıyor. Sonra piyango çekiliyor. Delikanlı hangi ismi çekerse akşama kadar o genç kıza refakat ediyor. Bu refakatlerin bazıları evlilikle neticeleniyor. Bu gelenek ile, yine bizdeki pagan kaynaklı hıdrellez ve newruz kutlamaları arasında bir fark yok. Aynı şeyi, tabiatın uyanışını, üretkenliği temsil ediyorlar.
498’de yani tam iki asır sonra Papa Gelasius, pagan Roma âdeti ile St. Valentine’i birleştiriyor ve 14 Şubat’ı “St. Valentin Günü” olarak ilan ediyor. Kilisenin resmileştirdiği bu gün orta çağlar boyunca uzun yüzyıllar kış uykusuna yattıktan sonra 18. yüzyıl başlarında yeniden canlanıyor. Bu tarihlerde sevgililer, 14 Şubat gününde küçük not ve hatıra alışverişinde bulunmaya başlıyorlar. Günün anlam ve önemi küçük kağıtlara sevgililerin karşılıklı olarak yazdıkları duygu ve sevgi ifade eden notlara odaklanıyor. Yüzyıl ortalarında basılı kartlar devreye giriyor. Postanın yaygınlaşması ve ucuzlaması ile bu kartlar da yaygınlık kazanıyor. 1840 yılı, bir dönüm noktası oluyor. Ester A. Howland isimli biri, ilk Valentine kartını basarak, bu geleneği bir endüstriye dönüştürüyor. Mutlaka dinî bir geleneğe veya ritüele dayanan bu tür kutlamalar için şayet hâlâ bir din ve tanrı aramamız gerekiyorsa, çok tanrılı dinlerden biri olan “serbest pazar tanrısı”na ve “piyasa ekonomisi dini”ne müracaat etmemiz gerekiyor. Aşkları ve sevgileri bile standartlaştırıp basit bir tüketim yasakı haline getiren, sıradanlaştıran ve kitleleştiren serbest piyasa dışında, bize bu gün hakkında mesaj veren başka bir kaynak yok.
Aşkın, sevginin, sadakatin ve birlikte yaşanacak hayatın kendisi de tüketilebilen bir metaya dönüşüyor böylelikle. Derin duyguların, bağlılıkların ifade edileceği, özenle saklanacak mektupların yerini; değeri fiyatıyla ölçülen hediyeler alıyor. Şiirin, sanatın, ruhumuzu sarıp sarmalayan estetik kayguların yaşamasına, serbest piyasanın acımasız kuralları izin vermiyor. Koskoca bir yılda, “bir güne sığdırılan aşk” kaç günde tüketilir?
Cenab-ı Hak, cümle sevgilileri şu sahte piyasa tanrısının metalaşmış aşklarından korusun. | |
| | | Merve Prenses
Mesaj Sayısı : 3312 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 21/09/07
Özellikler Rep: (1907/1907)
| Konu: Geri: sporcular C.tesi Kas. 10, 2007 12:21 am | |
| CABİR BİN HAYYAN 721 - 805
Dünya medeniyet tarihine adını altın harflerle yazdıran Cabir bin Hayaan, bir Müslüman Türk âlimidir. Bundan 1250 yıl önce yasayan ve o zamanın en büyük ilim yuvası Harran Üniversitesi bas müderrisi (rektörü,) olan Cabir bin Hayyan (721-805) herkesi hayretler içinde bırakan şu İlmî bulusunu açıklamıştı: "Maddenin en küçük parçası olan cüz-ü la cüz-ü la yetecezza (atom) da yoğun enerji vardır. Yunan bilginlerinin iddia ettigi gibi, bunun parçalanamayacağı söylenemez. O da parçalanabilir. Parçalanınca da öyle bir güç meydana gelir ki Bağdat'ın altını üstüne getirebilir. Bu Allahü Teala'nın kudretinin bir nişanıdır."
Modern kimyanın babası sayılan bu büyük Türk âliminden, Razi ve İbn-i Sina gibi büyük bilginler "Üstatlar üstadı" diye söz ediyorlar. Fransız şarkiyat âlimi Catdonne (1720-1783) onu dünyanın 12 büyük dahisinden biri olarak tanımlıyor.
Bacon (1214-1291) ondan hayranlıkla bahsederken, kimya ilminde açtığı çığırın. Priestley (1733-1804) ve Lavoisier'in (1743-1794) açtıkları çığırın daha önemli olduğu ittifakla kabul edilmiştir.
Avrupa üniversitelerine mensup birçok ilim adamı, meşhur olabilmek için Cabir bin Hayyan'ın ismini kullanmak zorunda kalmıştır. Berlin Üniversitesi Tabiat Bilimleri Tarihi Profesörü Jıılias Ruska ve yardımcısı Paul Kraus, Avrupa'da ünlü birçok ilim adamının Cabir bin Hayyan'ın ismini eserlerine verdiklerini ve bu yolla meşhur olduklarını bildiriyor. Cabir bin Hayyan'a göre "Kimyevi hadiseler tabiatta Cenab-ı Hak'kın takdiriyle uzun sürede meydana gelmekledir. Kimyager tabiatla uzun sürede meydana gelen şeyi kısa zamanda yapan kişidir. Âlim, keşfedilmiş bir buluştan yola çıkarak başka buluşlar ortaya çıkarabilen insandır." Ona göre altının gümüştenrenk ve ağırlıktan başka bir farkı yoktur. Bu iki özelliğin ise ortadan kaldırılması mümkündür. Bunun yolunun da her iki cismi teşkil eden atomların kontrol altında parçalanıp değerlerinin değişmesiyle olacağını belirtmektedir ki, günümüz modem kimya ilmi de bu hakikati kabul etmektedir.
İlk laboratuar
En önemli vasfı deneycilik olan Cabir bin Hayyan, kimya ilminin hem teorik hem ele tatbikî alanda büyük mesafe katetmesine vesile oldu. Dünyada ilk kimya laboratuarını kuran âlim olarak tarihe geçti. Kendi kurduğu laboratuarda ilk sunî hücreyi yaptı. Ölümünden iki asır sonra Kûfe'de bir caddenin yeni baştan açılması sırasında, kullandığı laboratuar ortaya çıktı.
Medeniyete hizmetleri
Cabir bin Hayyan'ın başta kimya olmak üzere tıp, fizik, astronomi, felsefe alanında yaklaşık 200 eser kaleme aldığını biliyoruz. Cabir'in en meşhur buluşu şüphesiz, atomla ilgili ortaya koyduğu faraziyedir. Bu keşfi, John Dalton (1766-1844) Otto Hahn (1779-1868), Enrico Fermi (1901-1954) ve Albeıt Einstein (1879-1955) gibi meşhur Avrupalı bilginlerden tam 1000 yıl önce yapması bu büyük Türk bilgininin nasıl bir dahi olduğunu ortaya koyuyor. Cabir bin Hayyan'ın bu faraziyesi dünya medeniyetine Müslümanların lıâkim olduğu devirlerde tahakkuk ederek, atom parçalansaydi; vahşi Batı'nın acımasızca Müslümanlar'ın üzerine çullanması, zayıf ve sahipsiz ülkeleri istilâ ederek, zulüm etmesi mümkün olmayacaktı.
Redüksiyon prensibi
Aynca Cabir bin Hayyan, kimyanın iki temel prensibini bilimsel şekilde ortaya koyarak, kolsinasyon ve redüksiyon prensiplerini dile getirdi.
Buharlaşma, süblimasyon, eritme ve kristal-eştirme için kullanılan metodları geliştirmiştir. Ham sülfirik asit ve nitrik asitlerin nasıl yapılacağını kesin olarak ortaya koydu. Madenlerin o zamana kadar bilinen basit eritilme metotları yerine, bizzat ürettiği nitrik asit, sülfirik asit ve altın eritme suyunun yardımıyla eritme metotlarını geliştirdi. Bu sayede Cabir ve ondan sonra gelen bilim adamları sayısız terkipleri (sentez), bu arada civa oksit, zincifre, arsenik, amonyak, gümüş nitrat, şap. göztaşı, kireçli potas, südkostîk mahsûlü, yakıcı potasyum île çok değerli maddeleri elde edîp üretebildiler.
Max Meyerhof (1884-1951) Cabir Bin Hayyan'ın kimya ilmine, buharlaştırma (evaporation), süzme (filtmtion), tasvi-ye etme (.sııblimalion), eritme (melting), damıtma (distallation) ve billurlaştırma (cristallization) metotlarını keşfederek uygulamaya soktuğunu bildiriyor. Ayrıca bir çok kimyevi cevherin, meselâ zincifre (cinnabarci ve süfidi). arsenik oksidi (arsenious oxide) ve başka birçok terkibin nasıl hazırlanacağını açıkladığını ifade ediyor.
Saf kibrit tuzları (vitrîol), sap, alkali,nişaclır tuzu (salammo-niac, amonyum klorhidrat) ve güherçilenin (saltpedre) elde edilmesi, kükürt ve alkaliyi ısıtarak kükürt sütü yapması kurşun asetat, tamamen saf civa oksit ve süblime etmesi, ham sülfrik ve nitrik asitler ve bunların karışımının hazırlanması, tuz ruhu ve kezzap suyunu karıstırarak altın eritmede kullanılacak ''aguaregia" denilen özel mayi yapması, onun çalışmalarından bazı örneklerdir. Bunlardan 21. yüzyıl dünyasında kullanılan bir çok temel ihtiyaç maddelerin oluşumunda istifade edilmektedir.
Optik kanunların keşfi ve mercekler teorisi Cabir'e dayandırılıyor. O iç bükey aynalar vasıtasıyla güneş ışınlarını bir yere toplayıp uzak mesafelerden ağaçları tutuşturdu ve bir kaptaki suyu kaynatmayı başardı. Ayrıca, güneş enerjisinden istifade etme yöntemini de dünya medeniyetine Cabir bin Hayam kazandırdı.
Eğitim Sistemi
Sevgili peygamberimizin ilim öğrenmeyi teşvik eden hadisi şeriflerinin yanı sıra, öğretmeyi tavsiye buyuran mübarek sözleri, bütün İslam alimleri gibi Cabir bin Hayyam'ı da etkiledi.bildiklerini yeni nesillere aktarılmasını sağladı. Bu idealle rektörü bulunduğu üniversitede randımanı arttırıcı her türlü tedbiri aldı.
Cabir'e göre öğrenme ve öğretme olayının gerçekleşebilmesi için öğrencide yumuşak başlılık şarttır.”yumuşak başlı öğrenci, öğretmenin bilgi hazinesinden onu dinlemekle istifade edebilir. Talebe günlük derslerini takip etme başarısında kesinlikle öğretmenine itaat etmelidir.
KAYNAK II
Ortaçağ kimyasının en büyük ismi olan Cabir Bin Hayyan bir Türk bilginidir. Atom bombası fikrinin ilk mucidi ve modern kimyanın babası olarak tarihe geçmiştir. Tarih boyunca bir çok bilgin meşhur olabilmek için kitaplarında hep ona atıfta bulunmuşlardır. Cabir, Horasan’ın başkenti olan Tus’da doğdu. Küçük yaşta iken ailesiyle beraber Kufe şehrine yerleşti. Emevi veliahtı Halit Bin Yezid ve Cafer–i Sadık’tan dersler aldı. Tıp dahil bütün müsbet ilimleri öğrendi. Kısa zamanda büyük başarılar gösterince Abbasi Halifesi Harun Reşit onu Harran üniversitesinin Fizik–Kimya profesörlüğüne atadı. Çok kısa bir süre sonunda da üniversitenin rektörlüğüne getirildi.
Cabir Bin Hayyan’ın irili ufaklı yaklaşık 2000 tane eseri olduğu rivayet edilmektedir. Kendisinden yaklaşık bin sene sonra gelecek Enrico Fermi ve Einstein gibi bir çok ünlü Avrupalı bilim adamlarının üzerinde yıllarca kafa yordukları atom ve yapısı hakkında daha o zamandan uğraşmış ve atomun parçalanabileceğini kitaplarında uzun uzun anlatmıştır. Bu konuda Hayyan şunları söylemiştir;“Maddenin en küçük parçası olan atomda yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin iddia ettiği gibi bunun parçalanamayacağı söylenemez. O da parçalanabilir. Parçalanınca da öylesine bir güç (enerji) meydana gelir ki, Bağdat’ın altını üstüne getirebilir”.
NOT: Cebir'i bulan Cabir Bin Eflah ile karıştırmayın, batılıların verdiği isimle Geber Endülüslü bir Müslümandır ölümü 1150 yılına yakın bir yıla rastlamaktadır(kesin tarih bilinmiyor 1140-1150 arası) | |
| | | Merve Prenses
Mesaj Sayısı : 3312 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 21/09/07
Özellikler Rep: (1907/1907)
| Konu: Geri: sporcular C.tesi Kas. 10, 2007 12:22 am | |
| Mehmet Okur
Mehmet Okur, (d. 26 Mayıs 1979, Yalova), basketbolcu, Türk Milli Basketbol Takımı ve NBA takımı Utah Jazz oyuncusudur. Küçük yaşlarda astım hastalığı ile boğuşan Okur, bir komşusunun yardımı ile bu hastalıktan kurtulur.Bunun sonucunda iştahı açılır ve günde 4 litre süt içmeye başlar. Çocukluk yıllarında uzun süre kaleci olarak futbol oynadı.14 yaşında 1.90 m civarı boyuyla fark edildi. Basketbol yeteneği geç denebilecek yaşta keşfedildi ve 14 yaşında Bursa'da Oyak Renault altyapısında basketbola başladı ve boyu ve yeteneği ile kısa sürede kendini gösterdi. Basketbol federasyonunun 1979 doğumlu oyunculardan oluşan bir grupla ilgilenmesi doğrultusunda Nihat İziç özel olarak Mehmet Okur'u geliştirmek için çalıştı. Oyak Renault 2. lige düştükten sonra da başarılı oyunlar çıkararak 1996-97 sezonunda 17 yaşında iken takımının tekrar 1. lige çıkmasında büyük fayda sağladı. Bu sezon aynı zamanda Mehmet Okur’un Oyak Renault Yıldız Takımı’nı, Türkiye Şampiyonası’nda Efes Pilsen ve Tuborg’un ardından 6.’lığa taşıdığı sezondu. 1997/1998 sezonu Mehmet Okur’un 1. Lig’de oynadığı ilk sezondu. Basketbol oynamaya sadece 4 yıl önce başlamış 18 yaşındaki bir çocuk için oldukça iyi bir başarım sergileyen Mehmet o sezon aldığı kısıtlı dakikalarda 4,4 sayı ve 3,3 ribaund ortalamaları ile oynadı. Bir sonraki sezon Türkiye Ligi için son derece üstün bir takım kuran ve Avrupa Ligleri'nden birçok önemli oyuncuyu transfer eden diğer Bursa takımı Tofaş'a transfer oldu. Rashard Griffith ve Asım Pars gibi iki önemli uzun oyuncu arkasında çok da oynama şansı bulamasa da verilen her görevi eksiksiz yaptı. Bir sonraki sezon olan 1999/2000 sezonunda da Tofaş yüksek bütçelerle kurduğu derin kadro ile Türkiye Ligi'nde son derece başarılı oldu ve Türkiye Ligi'ni şampiyon olarak bitirdi. Ancak Avrupa Kupalarında alınan başarısız sonuçlar onun Tofaş'a transfer olmasına sebep olan Jasmin Repesa'nın istifa etmesine yol açtı ve yerini genç yardımcı antrenör Tolga Öngören aldı. Yeni antrenörü Mehmet Okur üzerinde özellikle yoğunlaştı, sezon ilerledikçe bu geniş kadroda kendine yer buldu ve sezonu özellikle de playofflardaki üstün performansı ile 6.7 sayı ve 5.3 ribaund ortalamaları ile tamamladı. Tam Mehmet Okur kendini Türkiye Liglerinde gösterdiği bu sezon sonunda Tofaş şok bir kararla basketbol yatırımlarını durdurdu ve takımı 1. ligden çekti. Bunun üzerine Mehmet Okur, Efes Pilsen ile 1 yıllık sözleşme imzaladı. Efes Pilsen o sezon Final Four oynadı ve Avrupa üçüncüsü olarak sezonu kapadı. Yaz döneminde son birkaç sene yaptığı gibi NBA kamplarına katıldı ve burada Detroit Pistons takımı tarafından 2001 NBA Draft'ında 38. sıradan seçildi. Ancak o sezon NBA 'a gitmedi ve bir sezon daha Efes Pilsen'de oynayarak kendini geliştirmek ve bir sonraki sezon Detroit'e gitme kararı aldı. O sezon gerek yazın Türkiye'de oynanan ve Türk Milli Takımı'nın final oynadığı Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda gerekse Efes Pilsen'deki son sezonunda son derece başarılı bir dönem geçirdi ve kendini her gün geliştirdi. Türkiye Ligi'ndeki son sezonunda Efes Pilsen'le Türkiye Kupası’nı ve Lig Şampiyonluğunu kazandı ve 13,5 sayı - 8,5 ribaund - 1,5 asist ve 1,0 top çalma ortalamalarına ulaştı. Euroleague'de ise 12,1 sayı-6,6 ribaund ve 1,1 blok ortalamalarıyla oynadı. Mehmet Okur 2001 NBA Draftında 39. sırada Detroit Pistons tarafından seçilmiştir. 2002 yılında Detroit Pistons ile sözleşme imzalayan Mehmet böylece NBA kariyerine başlamış oldu. İlk sezonunda Ben Wallace, Elden Campbell gibi tecrübeli uzunların arkasında görev yapan Mehmet Okur 72 maçta görev yaptı; maç başına 19 dakika oynadı, 9 maça ilk beşte başladı; maç başına 6,9 sayı-4,7 ribaund-1,0 asist üretti ve takımıyla birlikte Doğu Konferansı Finalleri’nde mücadele etti. İkinci sezonunda takımın en önemli oyuncularından biri oldu ve Detroit'in çok geniş ve nitelikli kadrosuna rağmen önemli katkılar sağladı. Rasheed Wallace'ın takasla alınması sonrasında süreleri düşen Mehmet, buna rağmen sezonu 9.6 sayı, 5.9 ribaunt istatistikleriyle bitirdi. Bu sezonu Detroit Pistons ile NBA Şampiyonu olarak tamamladı ve böylece dünyanın en önemli basketbol liglerinden birinde şampiyonluk unvanına ulaşan ilk Türk oyuncu oldu. Şampiyonluğun ardından; o sezon kontratı biten Mehmet'i Detroit'in elinde tutması çok zor görünüyordu. Zira NBA'deki kontrat sistemleri gereği; Rasheed Wallace'ı kadroda tutan Detroit'in Mehmet'e yapacağı teklif hayli düşük kalacaktı. Sonuçta; Detroit onu elinde tutamadı ve Mehmet 2004/2005 sezonu başında Utah Jazz ile 50 milyon USD bedelle 6 yıllık sözleşme imzaladı. Utah Jazz kariyeri Mehmet için iyi başlasa da takım olarak playoff'a kalacak dereceyi elde edemediler. Carlos Boozer ve Andrei Kirilenko'nun sakatlıkları nedeniyle çok maç kaçırdığı son ki yılda maç kaçırmadan istikrarını koruyan Mehmet, ilk sezonunda 12.9 sayı, 7.5 ribaunt ortalamalarıyla oynadı. 2006 Dünya Basketbol Şampiyonasında milli takımının formasını giymemesi üzerine çeşitli spekülasyonlar yapılan ve bu nedenle ülkesinde çeşitli tepkilerle karşılaşan Okur, NBA'deki ikinci sezonunda gözle görülür bir gelişme yaşadı ve elde ettiği 18.0 sayı, 9.1 ribaunt gibi istatistiklerle bu gelişmeyi rakamlarına da yansıttığını gösterdi. Mehmet yakaladığı bu istatistikler ve oyunundaki gelişiminin de yardımıyla takımı Utah Jazz'ı Playoff'a sokmak için elinden geleni yapıyor. Mehmet Okur, Allen Iverson'ın sakatlığı nedeniyle kadrodan çıkartılması üzerine 2007 NBA All-Star maçı Batı Konferansı kadrosuna dahil edildi. Okur bu karşılaşmada 4 sayı, 2 ribaund 1 de asist performansı ile oynadı. Mehmet Okur, NBA tarihinde All-Star seçilen ilk Türk 10. Utah Jazz'lı oyuncudur. 22 Mart 2007 gecesi eşi Yeliz Okur ile birlikte adını Melisa verdikleri kız çocukları dünyaya geldi. Sezeryanla 55 cm. boyunda ve 4.280 kilogram doğdu. | |
| | | Merve Prenses
Mesaj Sayısı : 3312 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 21/09/07
Özellikler Rep: (1907/1907)
| | | | Merve Prenses
Mesaj Sayısı : 3312 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 21/09/07
Özellikler Rep: (1907/1907)
| Konu: Geri: sporcular C.tesi Kas. 10, 2007 12:23 am | |
| Hakkı Yeten(Baba Hakkı)
Hakkı Yeten (d. 1910, Vadina, Bulgaristan - ö. 16 Nisan 1989) Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün futbolculuk, teknik direktörlük ve başkanlık yapmış onursal başkanıdır.
1 yaşında iken ailesi İstanbul'da Beşiktaş semtine yerleşti. Babası Binbaşı Mahmut Nedim Bey 1914'de Birinci Dünya Savaşı'nda şehit düşünce o da asker olmaya karar verdi.
Bu dönemlerde Halıcıoğlu Askeri Lisesi'nde futbola başladı. 1931 yılında Hakkı Karagümrük'te oynarken Şeref Bey Fenerbahçeli Zeki Rıza Sporel'den daha atik davranarak daha atik davranarak Beşiktaş'a maletti. 17 yıl boyunca Beşiktaş formasını giydi ve bu dönemde takım kaptanlığı yaptı. Beşiktaş'ta futbol oynadığı dönemde 8 İstanbul Lig, 3 İstanbul Şilt Kupası, 1 İzmir Uluslarası Fuar Kupası, 3 Milli Lig Şampiyonluğu, 1 Türkiye Kupası, 2 Başbakanlık Kupası, 4 Özel Turnuva Şampiyonluğu kazandı.
Bu arada futbola devam ederken 1937 yılında Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.
Beşiktaş formasıyla gol kralı da oldu. Futbol oynadığı dönemlerde tüm dünya savaş içinde olduğundan milli maçlar çok ender yapılıyordu. Bu sebeple sadece 3 kez Milli formayı giyebildi ve1 gol attı. İngiliz Arsenal'den teklif aldığı ancak kabul etmediği söylenir. Oynadığı 439 maçta 382 gol kaydederek Beşiktaş'ın en golcü futbolcusu olmuştur. Derbilerde de en çok gol atan futbolculardandır. Hem Fenerbahçe'ye hem Galasaray'a 30 gol atarak çok zor kırılacak bir rekora sahiptir.
BABA HAKKIYLA İLGİLİ BİR ANI Bozkurt Kulübü, Karagümrükle bir maç almıştı… Oyun Halıcıoğlu Sahası'nda yapılacaktı… Ve maç günü mezkûr sahaya gidildi… Saatinde takımlar karşılıklı dizildiği zaman, Bozkurt takımı devrin kuvvetli kulüplerinin
futbolcularıyla takviye edilmişti; Rakip kaleyi zamanın meşhur kalecilerinden; Harbiyeli Paşa Sırrı koruyordu… Maç başlamak üzere bizim Baba Hakkı yok; İdareciler ve taraftarlar telaş içinde Hakkı'nın yolunu gözlüyorlardı!!! Oyuna başlandı. Az sonrada Hakkı, Balat istikametinden gelen bir sandal içinde göründü; Taraftarlar oyunu bırakmış sevinçle ona doğru koşmaya başladı… Maça geç kaldığını anlamış olacak ki; "Hakkı Baba" sandalda soyunuyordu!!! O sahile çıktı, idareciler da takım kaptanı Sebahattine geldiğini haber verdi. Fakat Kaptan Hakkı'nın geç kalmasına kızarak oyuna sokmadı;
Maçın ikinci yarısında Hakkı'nın oynaması için İdareciler, Sabahattin'i ikna ettiler. Kaptan da verdiği cezayı kâfi görerek bu bomba futbolcuyu oyuna dahil etti;
Ve o gün yarım devre oynayan Hakkı, Bozkurt takımına hem de Sırrı gibi kaleciye; Tam 6 gol attı.. O gün Hakkı'nın şutlarına dayanamayan Sırrı kaleyi terketmişti...
(dünden bugüne karagümrük gençlik kulübü 26-82; ASAF AYÇIL)
1948 yılında bir maçta taraftarın onu ıslıklamasından sonra "Bu formayı bana taraftar giydirdi. Şimdi onlar isteyince de çıkarırım" diyerek futbolu o maçta bırakmıştır.
Futbol Federasyonu'nda asbaşkanlık görevi de yapan Yeten, 3 kez Beşiktaş Başkanlığı yapmıştır. Yönetimde olmasa da her zaman takım içinde söz sahibi olan Hakkı Yeten sert ve otoriter tutumunun ve hem kendi takımındaki hem de rakip takımdaki futbolculardaki ona karşı duyulan saygı nedeniyle Baba Hakkı unvaniyla anılmıştır.
Otoriter yapısı ve takım üzerindeki ağırlığı üzerine anlatılanlar gerçekten bugünkü profesyonel futbolda zor inanılacak olaylardır. Bu anılara örnek olarak; kırmızı kart gören futbolcunun önce Baba Hakkı'ya dönerek, "Çıkayım mı?" diye sorması ve o "Evet" deyince çıkması veya Harp Okulu ile Ankara'da oynanan ve ilk yarısı 3-0 yenik kapanan maçın devre arasında soyunma odasında "Dönüş biletleriniz yırtarım, yürüyerek İstanbul'a dönersiniz" tehditi sonucu maçın ikinci yarısında Beşiktaş'ın 6 gol atarak maçı 6-3 kazanması verilebilir.
Ne kadar amatör ruha sahip olduğuna ve sportmenliğine örnek olarak anlatılan başka bir olay ise şu şekildedir. Fenerbahçe ile Şeref Stadı'nın çamurlu ortamında oynanan maçta Beşiktaş 2 farklı skorla önde gitmektedir. Maçın ortasında Beşiktaş atakları ardarda devam ederken orta sahada Fenerbahçe kaptanının yanına gelen Hakkı Yeten şöyle der: "Arkadaşlarına söyle biraz maça asılsınlar bu maçın zevki böyle çıkmaz."
Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün Süleyman Seba ile birlikte iki onursal başkanından biriydi | |
| | | Merve Prenses
Mesaj Sayısı : 3312 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 21/09/07
Özellikler Rep: (1907/1907)
| Konu: Geri: sporcular C.tesi Kas. 10, 2007 12:23 am | |
| taçsız KRAL
Şubat 1936'da İzmir'de (Karşıyaka-Çiftefırınlar) doğdu. Karşıyaka Soğukkuyu İlkokulu, Alsancak İlkokulu, İnönü Lisesi ve Mithatpaşa Erkek Sanat Enstitüsü'nde (Mobilya bölümü) okudu. 15 yaşında Damlacık Kulübünde 8 numaralaı formayı ( 8 numaraları forma çok sevdiği Sait Altınordu'un forma numarasıydı) giyerek futbola başladı. Adnan Suvari'nin futbolcu-antrenör olarak görev yaptığı Yün Mensucat'a transfer oldu ve yeni forması altında 14 gol attı ve Genç Milli Takım aday kadrosuna çağrıldı. 11 Nisan 1954' te Belçika maçında ilk kez milli oldu ve 4-0 kazanılan maçın 2 golünü o attı. Aynı yıl İzmirspor'a transfer oldu ve bu forma altında 17 gol atarak gol kralı oldu. İzmirspor da Mahalli Lig'i şampiyon bitirdi. 1955'te 19 yaşında Galatasaray' a transfer oldu. Galatasaray formasıyla ilk kez (28 Ağustos 1955) Beyoğluspor'a karşı oynadı ve ilk golünü attı. 1956 yılının Şubat ayında Millilerimiz macarları 3-1 yenerken, 2 golü Lefter 1 golü Metin attı. 29 Ocak 1959'da İzmir'de Oya Sarı ile evlendi. 10 Haziran 1959'da Fenerbahçe ile oynananTürkiye ligi finalinin ilk maçının 37. dakikasında rakip kaleye ünlü ağları yırtan gol" ünü attı. 22 Haziran 1959' da babasını yitirdi. Transfer döneminde İzmirspor'un o gün için büyük bir tutar olan 30.000 TL'lik transfer teklifini reddederek çok sevdiği kulübünde kaldı ve bu nedenle eşinden ayrıldı. 14 Eylül 196'ta eksik askerlik yaptı savıyla tutuklandı ve toplam 45 gün Paşakapısı ve Toptaşı Cezaevlerinde kaldı.
18 Aralık 1960'ta İnönü Stadı'nda oynanan maçta Galatasaray-Fenerbahçeyi 5-0 yendi ve Metin 4 golün sahibi oldu. Temmuz 1961'de italyanın Palermo Kulübü'ne transfer oldu. Haziran 1962'de yeniden Galatasaray'a döndü. 12 Mayıs 1965'te İstanbul'da Servet Kardıçalı ile evlendi. Aynı yıl "Taçız Kral" filminde başrol oynadı. 9 Şubat 1966'da Zeynep adını verdikleri bir kız çocuğu oldu ama Servet Metin Oktay çiftinin "prenses"i ancak 6 saat yaşadı. 1969'da Galatasaray şampiyon, kendiside gol kralı olduktan sonra, İstanbul ve İzmir'de yapılan jübilelerle futbolu bıraktı. 13 Eylül 1991 'de bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldı.
Futbol yaşamı boyunca rakip fileleri tam 608 kez havalandırdı. 1 kez İzmirspor'da, 10 kez Galatasaray'da şampiyonluk gördü. 10 kez gol kralı oldu ( Biri İzmir Profesyonel liginde...) 1956-57 İstanbul Profesyonel Ligi 17 gol 1957-58 İstanbul Profesyonel Ligi 19 gol 1958-59 İstanbul Profesyonel Ligi 22 gol 1959 Türkiye Ligi 11 gol 1959-60 Türkiye Ligi 33 gol 1960-61 Türkiye Ligi 36 gol 1962-63 Türkiye Ligi 38 gol 1964-65 Türkiye Ligi 17 gol 1968-69 Türkiye Ligi 17 gol
Maç başına 1.6'lık gol ortalaması kırılamadı. 40 Kez milli oldu (4'ü Genç Milli Takım). 7 kez kaptanlık yaptı ve toplam 17 gol attı. Tüm futbol yaşamında 1 kez oyundan ihraç edildi(Bir Fenerbahçe maçında) | |
| | | Merve Prenses
Mesaj Sayısı : 3312 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 21/09/07
Özellikler Rep: (1907/1907)
| Konu: Geri: sporcular C.tesi Kas. 10, 2007 12:24 am | |
| Tanju Çolak
Tanju Çolak (d. 10 Kasım 1963, Samsun) Türk futbolcu. Türkiye Birinci Futbol Liginde 241 golle en çok gol atan 2. futbolcudur. 1.Hakan Şükür'dür.
Futbola Samsun Yolspor'da başladı daha sonra Samsunspor'da iki defa gol kralı (1985-1986, 1986-1987) oldu. 1987 yılında Galatasaray SK'ya transfer oldu.
Galatasaray formasıyla 1987-1988 sezonunda 39 gol atarak üçüncü defa gol krallığına ulaşırken hem Metin Oktay'a ait bir sezonda en çok gol atma rekorunu kırdı, hem de Avrupa liglerinde o yıl en çok gol atan futbolcu ünvanını aldı. 1988-1989 sezonu Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı final oynayan Galatasaray'ın kadrosunda bulunan Tanju Neuchatel Xamax ve Monako'ya attığı gollerle takımı sırtlayan oyuncu oldu. 1990-1991 sezonunda dördüncü gol krallığına ulaşmasıyla kariyerinin zirvesine ulaştı.
1991-1992 sezonunda Fenerbahçe'ye transfer oldu. 1992-1993 sezonunda beşinci ve son kez gol kralı oldu. Yavaş yavaş kariyeri gerilemeye başlayan Çolak bir süre 2. ligde İstanbulspor'da forma giydikten sonra otomobil kaçakçılığı suçundan hüküm giydi. Hapis cezası yüzünden, 1994'te mecburen futbolu bıraktı.
Tanju Çolak özel bir gazetede spor yazarı olarak görev yapmaktadır.
Kariyeri ve Başarıları
Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi strikeri'dir. 31 defa millî takımda yer aldı ve millî takım formasıyla 9 gol kaydetti. Kariyeri boyunca oynadığı 252 maçta 240 gol kaydetti. Bir sezonda en fazla gol atma rekoru (1987-1988 sezonunda Galatasaray ile 39 gol), Bir maçta en fazla gol atma rekoru (1992-1993 sezonunda Fenerbahçe ile Karşıyaka'ya karşı 6 gol), 5 kez Türkiye Birinci Futbol Ligi gol kralı (1985-1986, 1986-1987, Samsunspor ile- 1987-1988, 1990-1991 Galatasaray ile - 1992-1993 Fenerbahçe ile), 2 kez Türkiye İkinci Ligi gol kralı (1983-84 ve 1984-85 Samsunspor ile) Avrupa'da en çok gol atan üçüncü futbolcu (1985-1986 sezonunda Samsunspor ile 33 gol), Avrupa'da en çok gol atan futbolcu (1987-1988 sezonunda Galatasaray ile 39 gol), Avrupa'da en çok gol atan ikinci futbolcu (1990-1991 sezonunda Galatasaray ile 31 gol), Tanju Colak dunya karmasinda'da oynayan ender futbolculardandir(Rıdvan Dilmen'le beraber) | |
| | | | sporcular | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|