Kur'an-i
Kerîm'in yedinci ve Bakara ile Şuâra'dan sonra üçüncü uzun suresidir.
İkiyüz altı ayettir. Mekke'de nazil olmuştur. İbni Abbâs ve Mukatil'den
yapılan bir rivayete göre 163-172 ayetleri Medine'de inmiştir.
A'râf suresi, ikiyüzaltı ayet, üçbinüçyüzyirmibeş kelime ondört bin on
harften ibarettir. Fasılaları mim, nûn, lâm ve dal harfleridir. A'râf
suresi, bu adla meşhur olmakla beraber, içine aldığı konular
dolayısıyla Mikât, Misâk, Elif Lâm Mim Sad adlarıyla da bilinir. Ama en
meşhur ismi A'râf'tır .
Konusu baştan başa akîdevî olan ve En'âm suresinden sonra gelen bu
sure, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Akîde konusu bu surede
insanlık tarihi ile birlikte başlatılmış, insanları birbiri ardı sıra
kuşak kuşak ele alarak karşılaştırmıştır. Tarihi seyirle izlenen insan
toplulukları, Cennet'e lâyık olup Allah resullerinin izini takip
edenler ve Cehennem'e lâyık olup şeytanın adımlarını takip edenler
olmak üzere bu sure içinde sınıflandırılmıştır. Sure, Resulullah'a bir
hitapla başlayan ilk ayetlerinde insanı hedef almaktadır:
"Elif, Lâm, Mim, Sad. Bu, onunla (insanları) uyarman ve müminlere öğüt
vermen için sana indirilen bir kitaptır. Bunları tebliğ ederken kalbine
bir sıkıntı gelmesin."
"Rabbinizden size indirilene uyun. O'ndan başka dostlar (yöneticiler)
edinerek onlara uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz" (1-3).
Daha başlangıçtaki bu birinci ve ikinci ayetlerden de anlaşılacağı
gibi, insanlar, ilâhi düşünce sistemine davet edilmektedir. Bu davet
ile Allah'u Teâlâ insanların, içinde yaşadıkları cahiliye hayatının
düşünce ve tasavvurlarını, değer ve ölçülerini, prensip ve kanunlarını
adet ve alışkanlıklarını ve ilgilerini inkilâbi bir tarzla değiştirmeyi
hedeflemekte; Bu değişikliği yaparken de sıkıntı duymamalarını
öğütlemektedir. Sure'nin ilk ayetlerinde, insanoğlunun yeryüzüne
yerleştirilmesi ile ilgili gaybi bilgiler verilmekte, daha sonra,
dünyadaki durumundan, ölümünden ve diriltilmesinden bahseden ayetler
biribirini takip etmektedir. Sure de kıyamet sahnelerinin en uzunu ile
de karşılaşmaktayız. Şeytanın aldatmasıyla Hz. Âdem (a.s.) ve eşinin
Cennet'ten çıkarıldıgı hatırlatılmakta ve Allahu Teâlâ Ademoğullarını
şeytanın fitnesinden sakındırarak, onun, atalarını Cennet'ten çıkardıgı
gibi kendilerini de kötülüğe götürmesinden korkutmaktadır. Bunun için,
şeytana uyup onun izini takip edenler. Tekrar Cennet'e dönmekten
kendilerini mahrum etmişlerdir.Şeytanin atalarını Cennet'ten çıkardıgı
gibi, onlar da şeytana uyarak cehennemlik olmuşlardır. Öyleyse şeytana
muhalefet edenler, Allah'a itaat edip O'na tabi olanlar, cennete
girdirilecektir. Böylece gurbet diyarina göç etmiş olanlar tekrar nimet
diyarina dönmüş olmaktadırlar. Surede bütün bunlar anlatılirken
hatırlatıcı ve sakındırıcı hükümlere de yer verilmektedir: "Andolsun,
biz onlara öyle bir kitap getirdik ki inanan bir millet için yol
gösterici ve rahmet olarak onu bilgiyle uzun uzun açıkladık." (52).
Öyleyse insanlar, yerin ve gögün, bütünüyle kâinatın yaratıcısı ve
hakimi olan Allah'a isyan etmemeli ve sadece O'nun emirlerine
uymalıdırlar. Bir gün Resulullah (s.a.s.), Mekkelileri Safâ tepesinde
toplayıp, onlara ahireti ve Allah'in azabını hatırlattı. Toplanma
sırasında birisinin: "Bu zat delidir" demesi üzerine 184. ayet nazil
oldu:
"Düşünmediler mi ki arkadaşlarında (Muhammed Aleyhisselâm'da) hiç bir delilik yoktur. O. apaçık bir uyarıcıdır." (184).
Insanlarin pek çogu, bazı insanların gaybı bileceklerini zannederler.
Mutlak sûrette resullerin gayba muttali oldugunu iddia edenler de
vardır. Oysa gaybın bilgisi yalnız ve yalnız Allah katındadır.
"De ki: "Ben, Allah'ın dilemesi dışında kendime ne bir fayda, ne de bir
zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim elbette çok
hayır (mal ve menfaat) elde ederdim. O zaman bana bir kötülük de
dokunmazdı. Ben (gaybi bilmem) yalnız, inanan bir kavim için bir
uyarıcı ve müjdeleyiciyim." (188) A'râf suresinde belirtilen ve
insanların hidayete ermeleri için söz konusu edinilen meseleleri şöyle
sıralayabiliriz:
Hüküm koymak yalnız Allah'a aittir. Öyle ise insanlar kanun koyamaz ve
adaleti gerçeklestirmek için Allah'ın hükmüne razı olmalıdırlar.Ebedi
alemde gerçeklesecegi kesin olan sorular, amel defterlerinin
tartılmasi, amel defterlerinin insana sağ veya sol tarafindan
verilmesi, Arş, ahiret yurdu Cennet ve ceza yeri olarak Cehennem
haktır. İnsanların bu gerçeklere göre davranmaları, inanmaları ve
işlerinbu düzene göre koymaları gerekir .
Daha sonra sure, Âdem (a.s.)'in topraktan yaratıldıgına ve insanların
da bir tek baba olarak Âdem (a.s)'in soyundan geldiklerine insanların,
Allah'ın yaratığı en şerefli varlık olduklarına dikkat çeker. Bunu,
meleklerin Hz. Âdem'e secde etmeleri ile isbat eder. Bu sırada iblis'in
Allah'ın emrine uymayıp kibirlenerek secdeden imtina ettigini
hatırlatarak, onun şerrinden, vesvesesinden sakınmayı öğütler. Aksi
taktirde şeytana uyan insanların cezaya çarptırılacaklarını bildirir.
Sonra Hz. Âdem'in Cennet'ten çıkısı ve dünyaya indirilişi anlatılır.
Bunu hayırla şer, hak ile batıl arasında devam edecek olan çekismenin
bir misali olarak verir. Bu yüzden Cenâb-ı Allah, yalnız bu surede
görülen "Ey Âdem Oğulları" şeklindeki hitabını dört defa tekrarlar.
Hakk'a uymayan ve öğüt dinlemeyen eski kavimlerden pek çoğu Allah'ın azabını hak etmişlerdir.
Israf edenler Allah'ın hoşlanmadıgı bir iş yapmaktadırlar. Dolayısıyla Allah israf edenleri sevmez.
Her ümmetin ve her kavmin belli bir eceli vardır. Bu süre dolunca, bu ecel bir an bile ertelenmez.
Allah'in ayetlerini yalan sayanlar, onlarla alay edenler, onlar kabul
etmeyi gururlarına yediremeyenler Cennet'e giremeyeceklerdir.
Cennet ehli Cennet'te, Cehennemlikler de Cehennem'de oldukları zaman bu
iki sınıf karşılıklı konuşacaklardır. Cennettekiler, ateştekilere:
"Rabbimiz'in söz verdigi nimetleri gerçeklesmiş bulduk. Siz de
Rabbiniz'in söz verdiği azabı gerçeklesmiş buldunuz mu?" seklinde
karşılıklı konuşacaklardır.
A'râf, yüksekçe bir yer anlamındadır. İnsanlar, üç sınıf olarak
Cennetlikler, Cehennemlikler, A'râf'takiler olmak üzere kıyamette
taksim olunup herkes yerine çekildikten sonra Cehennemlikler ve
A'râftakilerin, Cennetliklere bakıp imrenmeleri haktır.
Cehennemdekileri gördükleri zaman da durumlarından dolayı Allah'a
sıgınmaları haktır. Ve ahirette de Allah'a sıgınma ve Allah'dan yardım
dileme vardır.
Dünyada iken Allah rızası olmadan birbirini sevip, batıl yolla
birbirine ve zalimlere destek olanların ahirette birbirlerini
suçlamaları kaçınılmaz olacaktır. Allah kendilerine kalb verdikten
sonra anlamayanların, göz verdikten sonra gerçegi görmeyenlerin;
kulakları olduğu halde ibretle dinlemeyenlerin durumu hayvanlardan daha
aşağıdır.
Daima iyiliği emredip, insanlara af ile muamele etmeli Cahillerden daima yüz çevrilmelidir.
A'râf suresinde, diğer Mekki surelerde ele alınan Nûh, Sâlih, Lût,
şuayb, Musa kıssaları uzunca anlatılır. Bu peygamberlerin, çektikleri
zorluklar, müminlere birer ibret dersi olarak verilir. Nasıl bu
peygamberler ve onlara inananlar sonunda kurtulmuşlarsa, Mekke'deki
müminler de bir gün öylece kurtulacaklar, düşmanları ise
mahvolacaklardır. Öyle de olmuştur. Bu hüküm her zaman geçerlidir.
Yeter ki müminler inançlarında samimi olsunlar, elden gelen tedbiri
alsınlar. A'râf suresinde çok çarpıcı başka bir misal daha vardır. Bu
da Bel'am ibn Bâura'nın şahsında temsil edilen kötü âlim örneğidir.
Allah'ın kendilerine verdiği ilmi dünya malına değişen, ilimlerini
insanlığın yararına değil de şahsi çıkarları için kullanan alimleri
Cenâb-ı Allah, durmadan soluyan köpeğe benzetmiştir. A'râf suresi bu
olayları derinliğine anlattıktan sonra tevhid ile başladığı gibi tevhid
ile sona erdirir. Allah'a ortak olarak ileri sürülen taştan, ağaçtan
yapılmış putlardan bir hayır gelmeyeceğini, bunların kendilerine bile
bir fayda temin edemeyeceklerini tekrar hatırlatır ve Allah'ın
hâkimiyetine dönülmesinin gerektiğini belirtir